- Katılım
- 14 Haz 2009
- Mesajlar
- 16,272
Bir Buket Aşk (Devam)
Bir Buket Aşk (Devam)
II. BÖLÜM – I. SAHNE
Bu bölümde de ışıklar yandığında seyirci bir müddet boş sahneyi izlemelidir. Bu sürenin sonunda Osman sağdan koşarak gelip kendini banka atar. Arkasından Gülşen gelip yanına oturur. Bu sahneyi seyirci hatırlayacaktır. Çünkü Osman’ın gelişi Salih’in birinci bölüm ikinci sahnedeki gelişiyle aynı olmalıdır. Hatta Gülşen ile aralarında başlayacak konuşmanın başı Salih ile Esma arasında geçen konuşma ile aynı olacaktır.
GÜLŞEN – Osman, çocuk yapmaya gerek yok biliyor musun?
OSMAN – (Şaşkın.) O niye?
GÜLŞEN – Zaten bir tane var. İkinciye gerek yok diyorum.
OSMAN – (Kızar.) Benden bir şeyler mi saklıyorsun sen?
GÜLŞEN – Yo... Niye saklayayım ki?
OSMAN – Çocuk konusu nereden çıktı öyleyse?
GÜLŞEN – Bir çocuğa daha gerek yok diyorum. Zaten bir tane var artık.
OSMAN – (Anlam veremez.) Sen hamile misin yoksa?
GÜLŞEN – Ne hamileliği? Henüz evli değiliz!
OSMAN – E... Çocuk nereden çıktı öyleyse? Yoksa sen...
GÜLŞEN – (Sözünü keser.) Bir çocuğa daha gerek yok diyorum. Çünkü sen çocuklaştın. Zaten tıbben de bir çocuğun çocuğunun olması imkânsız. Ha... Bak evlatlık almayı deneyebilirsin ama sanırım buna da izin vermiyorlar. Yani her taraftan önünü kapatıyorlar senin.
OSMAN – (Rahatlar.) Şaka mıydı şimdi bu?
GÜLŞEN – Evet.
OSMAN – Gülmem gerekiyor mu?
GÜLŞEN – Sen bilirsin.
OSMAN – (Yerinden kalkar. Bankın önünde volta atmaya başlar.) Tabi ki ben bileceğim.
GÜLŞEN – Ne yapıyorsun sen öyle?
OSMAN – (Hemen olduğu yerde seyircilere döner. Elinde olta varmış gibi davranır. Oltayı seyircilere doğru sallar. Tıpkı balıkçı edasıyla.) Önce atıyordum, şimdi ise olta atıyorum. Bakarsın daha güzel espri yapan bir sevgili denk gelir oltaya.
GÜLŞEN – (Kendinden emin.) Sana çocuklaştığını söylemiştim. Yanlış hatırlamıyorum değil mi?
OSMAN – Doğru hatırlıyorsun. Bak hatırlamak istediklerinin nasıl da hatırlıyorsun?
GÜLŞEN – Ne demek istiyorsun?
OSMAN – (Oturur.) Şunu demek istiyorum bayan çokbilmiş. Biz buraya ne için gelmiştik. Hatırlarsan tabi!
GÜLŞEN – Hatırlıyorum merak etme. Hatta seninle tanıştığımız dakikadan itibaren her şeyi hatırlıyorum.
OSMAN – Mesela?
GÜLŞEN – Mesela, tanıştığımız dakikada sen gazeteyi okumaya tersten başlamıştın. Mesela, o gün üzerindeki gömlek, Pantolon ve hatta ayakkabı rengin. Daha sayayım mı?
OSMAN – Tamam, ikna oldum. Benim senden hatırlamanı istediğim tek bir şey var, o da bugün buraya neden geldiğimiz!
GÜLŞEN – Onu da unutmadım merak etme. Sana ait her noktayı saniyesi saniyesi hatırlıyorum. Benim için o kadar önemlisin ki...
OSMAN – Canım benim ya... Sen de benim için çok önemlisin. Kimse ayırmasın bizi.
GÜLŞEN – Kim ayıracak bu saatten sonra. Baksana düğün tarihimizi kararlaştırmak için buradayız.
OSMAN – Orası belli olmaz. Bakarsın baban cayar. Belli olmaz. Yok, arkadaşın oğluydu, yok lokalden oyun arkadaşıydı... Tutturur onlardan biriyle evlen diye. Güven olmaz kayın pedere. Hem sen de hatırlamışken buraya gelme nedenimizi hadi artık kararlaştıralım. Nerede yapmak istersin düğünü bebeğim?
GÜLŞEN – Düğün salonunda elbette hayatım.
OSMAN – Elbette düğün salonunda yapacağız. Ama hangisinde yapalım?
GÜLŞEN – Düğünü oğlan tarafı yapar. Bu yüzden seçimi sizlere bırakıyorum. Biz nişanı yaparken nerede yapalım diye sorduk mu size? Tuttuk bir yer ve size şurada yapıyoruz dedik.
OSMAN – Tamam. Düğün salonu işini düğünü oğlan tarafı yapıyor diye bize bırakıyorsanız düğün tarihini de bize bırakıyorsunuz demektir.
GÜLŞEN – Ama size bırakıyor olmamız benim bu konu üzerinde fikirlerimin alınmayacağı anlamına gelmez.
OSMAN – Elbette. (Sessizlik.) Gülşen.
GÜLŞEN – Efendim.
OSMAN – Çocuğumuz sence kız mı olacak erkek mi?
GÜLŞEN – Sağlıklı, güzel bahtlı olsun da nasıl olursa olsun.
OSMAN – Ben bir kızım olsun istiyorum.
GÜLŞEN – Vay... Gözlerim yaşardı.
OSMAN – O niye?
GÜLŞEN – Senin, “Erkek adamın erkek çocuğu olur.” diyen sabit fikirliler arasında olmaman gözlerimi yaşarttı.
OSMAN – Haklısın, cinsiyeti hiç önemli değil.
GÜLŞEN – Bak aklıma ne geldi? Uzat elini. (Osman elini uzatırken Gülşen'de boynundaki kolyeyi çıkarır ve Osman'ın avucunun içine doğru ucundan tutarak bekler.) Cinsiyet falı bakacağız. Başlıyoruz. (Kolyeye bakarlar.) Senin birinci çocuğun erkek olacak. (Tekrar kolyeye bakar.) İkincisi de erkek olacak. (Kolyeye bakmaya devam eder. Kolyenin sallanması durmuştur.) Devamı yok. İki tane erkek çocuğun olacak inşallah.
OSMAN – Doğru mu bu peki?
GÜLŞEN – Fala inanma falsız da kalma. Ben ilişkiye başladığımız aylarda bir kahve falına baktırmıştım. Seninle ilgili çok güzel şeyler söylemişti. Bir bir gerçekleşiyor. İnşallah böylece devam eder.
OSMAN – Hadi seninkine de bakalım.
GÜLŞEN – Olmaz!
OSMAN – Niye ki?
GÜLŞEN – Ya benim çocuk cinsiyetlerim farklı çıkarsa. O zaman ikimizin de içine kurt düşer.
OSMAN – Bir şey olmaz. Biz birbirimize yazılmışız zaten. Bu yazıyı küçücük bir fal mı değiştirecek?
GÜLŞEN – Tamam. Al bakalım kolyeyi o zaman.
OSMAN – Hazır mısın?
GÜLŞEN – Evet.
OSMAN – (Kolyeye bakar.) Gözümüz aydın, birincisi erkek. (Tekrar kolyeye bakar.) Yaşasın ikincisi de erkek. Ama daha sonuca ulaşmadık. (Kolyeye yine bakar.) İşte güzel haber senin de sadece iki tane erkek çocuğun olacak. Canım benim. (Sarılırlar.)
GÜLŞEN – Bu çok güzel. Artık gönül rahatlığıyla evlenebilirim seninle.
OSMAN – Ne alakası var ya? Falla belli olur mu bu işler? Seninki de akıllı işi değil yani.
GÜLŞEN – A-a... Durup dururken akılsız diyorsun bana farkındaysan. Özür dile çabuk benden
OSMAN – Özür di...
GÜLŞEN – (Sözünü keser.) Özür dileme. Sanki özür dileyince bana söylediğin laf geri mi dönecek. İstemem özrün sende kalsın.
OSMAN – Hayatım öyle demek istemediğimi biliyorsun. İşi yokuşa sürme lütfen. Senin yanındayken konuşacağım lafları bulamıyorum.
GÜLŞEN – Niye böyle yapıyorsun? Sanki konuşacak bir konuşacak başka konu kalmamış gibi sürekli lafları seçememenden, benim karşımda dilinin tutulmasından bahsediyorsun. Sen erkeksin ya, erkek gibi davran biraz! Bu çok sinir bozucu bir durum.
OSMAN – Tamam Hayatım kızma hemen. Senin yanındayken, senin hak ve özgürlüklerine saygı duymaya çalışıyorum.
GÜLŞEN – Ama kendi hak ve özgürlüklerini bir kenara atıyorsun. Ben senden bunu istemiyorum. Bu ilişkide ikimiz de eşit olmalıyız.
OSMAN – Tamam, sen kaşındın. Bundan sonra sert bir erkek var karşında. Bundan böyle benim kurallarım geçerli bu ilişkide.
GÜLŞEN – Saçmalama lütfen. Sana höyt desem ödün kopar yahu.
OSMAN – Ama Hay...
GÜLŞEN – (Sözünü keser.) Yeter. Hak ve özgürlüklerden bahsedip durma artık. Sen benim siyaset damarımın kabarmasını istiyorsun şua an. Yani ben siyasetten konuşmaya başladığımda beni galyana getirecek ve düğün konusunda bütün isteklerini bana kabul ettireceksin. Yoksa yanılıyor muyum?
OSMAN – (Daha da ateşlendirmek için alkışlar.) Bravo, bravo... Aynı bir politikacı gibi konuştun. Sen milletvekili olacak kadınsın.
GÜLŞEN – İyi o zaman, sen bir parti kur. Ben de o partiden milletvekili adayı olayım.
OSMAN – Tabi haya...
GÜLŞEN – (Sözünü keser.) Hemen o koca çeneni kapamazsan dokunulmazlığımı kullanıp seni çarpabilirim.
OSMAN – Ta...
GÜLŞEN – (Sözünü keser.) Kapa çeneni dedim. Başka konu bulduğun zaman aç ağzını oldu mu?
OSMAN – (Kafasını sallar. Bir süre sessizlikten sonra.) Hayatım... (Korka korka.) Mesela kedilerden konuşabiliriz. Yani evimizde kaç kedi besleyeceğimizi tartışabiliriz.
GÜLŞEN – (Sinirlenmiştir ve birden patlar.) Benim kedilerden nefret ettiğimi bile bile bu konuyu açman gerekiyor muydu? Hemen konuyu değiştirsen iyi olur. Zira milletvekili dokunulmazlığı hala kaldırılmadı.
OSMAN – Aman taktın sen de milletvekillerine. Boş ver. İsteyen istediğini yapsın. İsteyen kaza yapan oğlu yerine kendini koyup dokunulmazlıktan yararlansın, isteyen de akrabaları için yeni yürütmeler tasarlasın bundan bana ne. (Gülşen burada seyircilere doğru gelir. Osman'ın olta atmasını taklit ederek seyircilere doğru hayali olta sallar.) Asıl önemli olan bizim sevgimiz. Şimdi soruyorum sana hangi milletvekili bizim nikâh şahidimiz olmak ister. Ancak haksız yere barajın altında kalanlar. Baraj diye kastettiğim de bildiğin su barajları değil. Onlar zaten kurudu. Ben ülke geneli yüzde on barajından bahsediyorum. Şimdi bak mesela… (Gülşen'in yaptıklarını fark eder.) Hayatım, ne yapıyorsun? Ben barajlarda su kalmadı diyorum sen baraja olta sallar gibi hareketler yapıyorsun.
GÜLŞEN – Ben barajda balık tutmak için sallamadım bu oltayı. Bakarsın parktan geçen aklı başında biri takılır da yeni bir sevgili bulmuş olurum kendime.
OSMAN – Saçmaladığının farkında mısın?
GÜLŞEN – Evet saçmalıyorum. Var mı diyeceğin. Dikkat et de o saçmalardan biri sana denk gelmesin. (Sessizlik.) Bak her şeyi unutalım. Farz et ki parka yeni gelmişiz ve düğün tarihimizi kararlaştırmak için konuşuyoruz.
OSMAN – Yandık.
GÜLŞEN – Benimle evlenmek bu kadar mı kötü?
OSMAN – Ben onu demiyorum. Burada o kadar çok oturduk ki her tarafım ağrıdı artık. Bu kadar daha oturamam yani onun için yandık dedim.
GÜLŞEN – Tamam öyleyse, eve gidelim orada konuşuruz.
OSMAN – (Düşünür.) Ama her şeye ilk başladığımız yerde karar verelim istiyorum. Sanırım biraz daha dayanabilirim.
GÜLŞEN – Ben her şeyi sana bıraktım. Bütün her şeyi.
OSMAN – Bunun evlilik politikasıyla bir alakası olabilir mi?
GÜLŞEN – Hangi evlilik politikasından bahsediyorsun?
OSMAN – Evlenmeden önce bayan erkeğin sözünü dinler, evlendikten sonra erkek bayanın sözünü dinler. Bir müddet sonra da komşular ses dinlemeye başlar politikasından bahsediyorum bitanem.
GÜLŞEN – (Kurnaz.) Orası belli olmaz işte.
OSMAN – Madem her şeyi bana bırakıyorsun, oturacağımız evi de ben seçeceğim.
GÜLŞEN – Yandık desene.
OSMAN – Orası belli olmaz. Seçimi bana bırakmasaydın. Sonuçlarına katlanmak zorundasın.
GÜLŞEN – E... Neresi olduğunu söyle de kulaklarıma inanamayayım bari.
OSMAN – Sıkı dur, söylüyorum. (Gülşen elleriyle kulaklarını tıkar.) Annemlerin alt katı.
KARARMA
II. BÖLÜM – II. SAHNE
Soldan Vedat ile Süheyla girer. Küs oldukları her hallerinden bellidir. Bu bölümde bankın önünden geçerken Süheyla oturur. Vedat yürümeye devam eder.
VEDAT – (Süheyla'nın oturduğunu fark eder.) Küs olmamız yetmemiş. Şimdi de ayrı ayrı hareket etmeye başlamışız.
SÜHEYLA – Geçen gün komşular da öyle dedi zaten.
VEDAT – Sen bizim aile içi sorunlarımızı annenlere mi anlatıyorsun?
SÜHEYLA – Annemler demedim, komşular dedim!
VEDAT – Unuttuysan hatırlatayım. Yaklaşık iki ay önce senin zorunla senin annenlerin üst katına taşınmıştık. Bu durumda doğal olarak senin ailen aynı zamanda komşumuz oluyor.
SÜHEYLA – Ben bizimkilere hiçbir şey söylemedim. Sanırım evlilik politikamız tıkır tıkır işliyor.
VEDAT – Ne demek şimdi bu?
SÜHEYLA – Politikanın bir müddet sonra komşular ses dinlemeye başlar maddesine kadar gelmişiz baksana.
VEDAT – İnşallah politikaya bir madde daha eklenmiştir.
SÜHEYLA – Hangi madde o?
VEDAT – Oturabilir miyim? Yoruldum.
SÜHEYLA – Otur bakalım. (Vedat oturur.) Sen zaten ne zaman enerjik oldun ki? Otursan yorulursun, konuşsan yorulursun...
VEDAT – Konuşunca neyse de oturunca ne zaman yorulduğu mu hatırlatır mısın?
SÜHEYLA – Memnuniyetle Vedat Bey. Hani düğün tarihini kararlaştırmak için bu parka gelmiştik bundan yaklaşık dört ay önce. Hatta bu banka oturmuştuk. Laf lafı açmıştı da tarihi kararlaştırmamız uzamıştı. Sen de otura otura yorulduğunu dile getirmiştin. Ha... Evlilik politikamızı da o gün koymuştuk.
VEDAT – (İkna olmuştur.) Tamam. Bu konuda haklısın. Bakalım bana yorgun olduğum başka bir konu hatırlatabilecek misin? Oturarak yorulmak enerjik olmadığım anlamına gelmez değil mi?
SÜHEYLA – (Hiç düşünmeden.) Elbette hatırlatayım kocacığım. Bizim hala niye bir çocuğumuz yok sanıyorsun sen? Hemen söyleyeyim. Senin her gece yordun olmandan. Evleneli dört ay oldu ama sen hala düğün yorgunluğunu atamadın üzerinden. Balayına gittik ama balayında balı seven ayılar gibi horul horul uyudun sürekli. Ve hala ben hangi akşam bizim ilk gecemiz olacak acaba diye bekleyip duruyorum.
VEDAT – (Cevap veremez. Kızarır.) E...
SÜHEYLA – Ah canım benim. Çıkmaza mı giriverdin birden bire. Tamam tamam, konuyu değiştiriyorum hemen. Ama biraz daha böyle devam ederse konuyla beraber seni de değiştirmem gerekecek. E... Söyle bakalım neymiş politikamızın son eklenen maddesi?
VEDAT – Gerçi son maddeyi söylemeye gerek kalmadı. Sen bir çırpıda özetleyiverdin az evvel.
SÜHEYLA – Neymiş söyle bakalım hemen.
VEDAT – “İnşallah boşanma davasını kadın açar.” maddesi.
SÜHEYLA – (Şaşırır.) Daha evleneli ne kadar oldu ki hemen boşanmak istiyorsun?
VEDAT – Az önce sen bahsettin beni değiştirmekten.
SÜHEYLA – Ben ilk gece konusunda yorgun olursan değiştireceğimi söyledim.
VEDAT – İki ay önce benimle konuşacak laf bulamıyordun şimdi çok rahat söylüyorsun her şeyi. Bak çocuk meselesinin tek uçlusunun ben olduğumu bir çırpıda söyleyiverdin.
SÜHEYLA – Ama bu konuda nedense ben hiç yorgun olmuyorum.
VEDAT – Zaten ben de buna anlam veremiyorum. Bir tek bu konuda sen hiç yorgun olmuyor musun?
SÜHEYLA – Ben de hep kendi kendime düşünüp duruyorum, bu adam başka yerler de mi yorulup geliyor acaba diye.
VEDAT – Saçmalama!
SÜHEYLA – Ben saçmalamıyorum. Asıl senin yaptıkların çok saçma.
VEDAT – Evet. Kesin saçmalıyorsun. Kendinde değilsin.
SÜHEYLA – Senin daha evlendiğimiz günden beri faaliyet göstermemiş olman saçma. Benim saçmaladığım falan yok.
VEDAT – Süheyla Hanım!
SÜHEYLA – Kırk yıllık karın şimdi Süheyla Hanım oldu öyle mi? Yazıklar olsun sana.
VEDAT – Birincisi biz evleneli kırk yıl olmadı. İkincisi ben boşanmak istediğim birine “Hanım Efendi” dememin daha uygun olduğunu düşünüyorum.
SÜHEYLA – Benim boşanma gibi bir kararım yok.
VEDAT – Ama benim var!
SÜHEYLA – Benim yok! Her ne şekilde olursa olsun ben boşanmayacağım!
VEDAT – Ben boşanacağım...
SÜHEYLA – Tamam o zaman boşanma davasını sen aç. Aç da gör bakalım dünyanın kaç bucak olduğunu.
VEDAT – Daha beş dakika önce boşanma davasını kadın açar diye bir madde koymadık mı?
SÜHEYLA – Dikkatini çekerim. Biz koymadık sen koydun o maddeyi. Yani ben o maddeye uymak zorunda değilim.
VEDAT – Tamam, haklısın ben koydum. Ama yine de bu maddeye göre davayı senin açman gerekiyor.
SÜHEYLA – Ben de bir madde koyuyorum öyleyse. Madde beş: “Kadın boşanma davasını adam eve yorgun gelmeye devam ederse açar.”.
VEDAT – Bu yorgunluk konusunu kapatabilir miyiz lütfen?
SÜHEYLA – Evlendiğimiz günden beri elli bin defa kapattığımız gibi mi?
VEDAT – Evet, elli bin birinci de kapatalım lütfen.
SÜHEYLA – Tamam, sen bilirsin.
VEDAT – (Sessizlik.) Peki, biz bu noktaya nasıl gelebildik?
SÜHEYLA – Mantıklı bir soru.
VEDAT – Bu mantıklı soruya mantıklı bir cevabın vardır herhalde.
SÜHEYLA – Var elbette. Şöyle bir hafızanı tazele bay mantı kafa. Ay yanlış söyledim mantıklı kafa.
VEDAT – Kalbimi kırıyorsun bayan çokbilmiş.
SÜHEYLA – Evliliğimizin ilk aylarında sen benimle konuşacak hiçbir şey bulamıyordun ve gereksiz yere konuşabilmek için kedileri bile rahatsız ediyordun. Bir de bu kedilerin rahatsızlığı yetmiyormuş gibi kediler aracılığıyla beni de rahatsız ediyordun.
VEDAT – (Konuşmaz. Ortalıkta bir müddet sessizlik olur.)
SÜHEYLA – Sanırım hala konuşacak bir şeyler bulamıyorsun. Konuşarak birlikte hoş vakit geçirebileceğimizi biliyor olmalısın hâlbuki.
VEDAT – Bulmak istesem bulurdum ama sen uğrunda küçük parmağımı bile kıpırdatmaya değmeyecek birisin.
SÜHEYLA – Hop... Kırıcı olmaya başladın herif.
VEDAT – Evliliğimizin ilk aylarında da sen çok kırıcı davranıyordun bana karşı. Ne yapayım? Etme bulma dünyası işte.
SÜHEYLA – Bir anlaşma yapalım seninle.
VEDAT – Ben seninle anlaşma falan yapmam. Evlendik de ne oldu sanki.
SÜHEYLA – Evliliği bu işe karıştırmasan olmaz sanki.
VEDAT – Unutma evlilik de iki insan arasında yapılan anlaşmadır.
SÜHEYLA – Çok güzel bir noktaya parmak bastın.
VEDAT – Ben senin için küçük parmağımı bile oynatmam ama pekâlâ parmağım bir yerlere dokunmuş olabilir. Bu normaldir.
SÜHEYLA – Kendini komik sanıyorsun fark ediyorsan. Senin de söylediğin gibi evlilik iki kişi arasında yapılan bir anlaşmadır. Ama nedense sen ve senin şu çokbilmiş annen bu antlaşmaya uymayarak evliliğimizi üç kişilik bir grup haline getirdi.
VEDAT – Dört kişilik bir grup desek daha doğru olur sanırım.
SÜHEYLA – Evliliğimizin dördüncü üyesi kimmiş bakalım?
VEDAT – Kim olabilir baban elbette.
SÜHEYLA – Utanmaz şey. O benim babam olduğu kadar senin de baban sayılır.
VEDAT – O halde benim annem senin de annen olmuş oluyor.
SÜHEYLA – (Lafı değiştirir.) Ama yukarıda Allah var senin baban bir günden bir güne evliliğimize karışmış değil. Bu yüzden onu çok seviyorum.
VEDAT – Bu demek oluyor ki sen benim annemi sevmiyorsun.
SÜHEYLA – Evet sevmiyorum. Hem her gelin, kaynanasını her kaynana da gelinini sevmez.
VEDAT – Annem seni çok seviyor. Her halinden belli değil mi?
SÜHEYLA – Evet. Görebiliyorum. Beni o kadar çok seviyor ki elinde bir kaşık ve içerisinde bulunan bir miktar su ile bütün gün arkamda önümde dolaşıyor. Hatta o kadar çok seviyor olmalı ki onu birkaç kez rujlu dudaklarıyla senin gömleklerinin yakalarını öperken yakaladım.
VEDAT – Bu annemin evliliğimizin üçüncü şahsı olduğunu kanıtlamaz.
SÜHEYLA – Hemen kanıtlıyorum. Ben sana en son hangi yemeği pişirdim?
VEDAT – Iıı...
SÜHEYLA – Hatırlamazsın elbette. Çünkü evlendiğimiz günden bu yana annen sürekli bizim eve yemek taşıyor. (Taklit ederek.) “Benim oğlum senin yemeklerini sevmez. Hem sen güzel yemek yapamazsın. Oğluşumun midesi bozulmasın.” diye diye. Hayır, bana da yedirse hiç sorun yapmayacağım. Ben kendi yiyeceğim yemekleri kendim yapmak zorunda kalıyorum ve beyefendi siz de bütün bunlara göz yumuyorsunuz.
VEDAT – Bu durum senin babanın evliliğimizin dördüncüsü olduğu gerçeğini kapatmaz değil mi?
SÜHEYLA – (Vedat'ın konudan konuya atlamasını ima ederek.) İşte evliliğimizin bir sorunu da bu.
VEDAT – Sonunda farkına varabildiğine sevindim.
SÜHEYLA – Ben başından beri farkındayım bunun.
VEDAT – Madem farkındasın niye bir çözüm üretmiyorsun? Sonuçta senin baban. Ben müdahale edemem ki.
SÜHEYLA – Sen neden bahsediyorsun kuzum?
VEDAT – Babanın evliliğimizin dördüncü bireyi olduğundan.
SÜHEYLA – Ama ben senin bir konuyu bitirmeden diğerine geçmenden bahsediyorum. Yani bir sorunumuz da bu derken bunu kastetmiştim.
VEDAT – (Anlamıştır.) Hı...
SÜHEYLA – Hem benim babam annen gibi elinde bir kaşık su senin peşinde dolaşmıyor ki.
VEDAT – Olsun. Onun da başka çabaları var. Evliliğimizin güzel gidiyor olmasını hazmedememişti. Şimdi iyi gitmediğine göre huzur içimde uyuyordur geceleri.
SÜHEYLA – Babam niye böyle bir şey yapsın ki?
VEDAT – Seni vermemek için neler yaptığını unutuyorsun galiba.
SÜHEYLA – Ne yaptı ki? Abartıyorsun.
VEDAT – Daha ne yapacak. Seni benden soğutabilmek için benim fotoğraflarımı montajladı.
SÜHEYLA – Bun da abartacak ne var?
VEDAT – Bunda abartacak bir şey yok. Hepimiz hayatımızın bir döneminde gülmek için fotoğraflarımızı montajlarız. Asıl abartılacak tarafı montajın beni sana yanlış tanıtmak için erkeklerle uygunsuz vaziyette yapılmış olması. Ha... Suç babanda değil, bende. Bütün bunlar olmuşken seninle evlenmeyi niye bu kadar çok istedim hala bir anlam veremiyorum.
SÜHEYLA – Babam da pek haksız değilmiş hani. Gece performanslarına bakılacak olursa şüphelenmiyor değilim.
VEDAT – Süheyla! Bu ulu orta konuşulacak konu değil.
SÜHEYLA – Bu güne kadar evde konuştuk da ne oldu sanki?
VEDAT – Ne mi oldu?
SÜHEYLA – Evet ne oldu? Elimize ne geçti? Sen halini değiştirdin mi?
VEDAT – Şimdi konumuz bu değildi ama!
SÜHEYLA – Tamam, senin istediğin bir konuya geçelim. Nasıl olsa ben döner dolaşır yine gelirim bu konuya.
VEDAT – Konumuz senin babanın evliliğimizin dördüncü kişisi olmasıydı.
SÜHEYLA – Yani sen annenin üçüncü kişi olduğunu kabul ettin.
VEDAT – Bunu da nereden çıkardın?
SÜHEYLA – Babamı dört olarak saydığına göre dörtten önce gelen sayının sahibini de kabul etmiş sayılıyorsun. Bilinçaltın bunu gösteriyor.
VEDAT – Şimdi de psikolog kesildin başıma.
SÜHEYLA – Benden psikolog olmaz.
VEDAT – Ha şunu bileydin!
SÜHEYLA – Eğer benden psikolog olsaydı, senin gece yorgunluklarına bir çare bulmam lazımdı. Bulamadım.
VEDAT – Pes ediyorum. Haklısın. Sen dönüp dolaşıp aynı konuya gelebiliyorsun.
SÜHEYLA – Konuşulacak başka önemli konu bulamıyorum da ondan.
VEDAT – Tamam, sen kazandın. Nafaka pahasına da olsa boşanma davasını ben açacağım. Ama hemen sevinme taşınmaz mallarımdan zırnık koklatmam sana.
SÜHEYLA – Sen bilirsin ben sana daha ne diyeyim?
VEDAT – Bugün sen bir kat daha az çık merdivenleri.
SÜHEYLA – O niye?
VEDAT – Çünkü annenlerde kalman gerekecek. Eve boşu boşuna gelme. Yarın da ben evde yokken gelir eşyalarını alır gidersin.
SÜHEYLA – Sen kararında ciddi misin?
VEDAT – Evet.
SÜHEYLA – İyi o zaman.
VEDAT – Ne yani? Zorluk çıkarmayacak mısın?
SÜHEYLA – Hayır.
VEDAT – İyi de boşanmanın tadı çıkmaz ki o zaman.
SÜHEYLA – Ben de Bunun için uğraşıyorum ya!
VEDAT – Bu ne demek şimdi?
SÜHEYLA – (Duygusallaşır.) Hala anlamadın mı Vedat?
VEDAT – Hayır.
SÜHEYLA – Seni sevmiyor olsaydım sırf sana işkence olsun diye boşanmayı kabul etmezdim. Ama ne yazık ki hala ilk günkü kadar çok seviyorum seni. Ve bu yüzden sen rahat edesin diye boşanmayı kabul ediyorum. Sevmek biraz da sevdiğini mutlu görmektir.
VEDAT – (Konuşamaz.)
SÜHEYLA – Bir şey söylemeyecek misin?
VEDAT – Söyleyeceğim.
SÜHEYLA – (Sessizlik. Bu sessizlikten sonra Vedat'ın boynuna sarılmasını beklemektedir.) Hadi söyle.
VEDAT – (Sessizlik.) Mahkemede görüşürüz. (Kalkar ve geldiği yönden çıkar.)
SÜHEYLA – (Vedat çıktıktan sonra sessizlik içinde seyircilere bakar bir süre.) Yutmadı...
KARARMA
II. BÖLÜM – III. SAHNE
Işıklar yandığında sahne boştur. Bir süre sonra önde Esma, arkada Salih sahneye girerler. İkisi de kızgındır. Esma, bankın önünden geçerek yoluna devam eder. Salih ise oturur.
SALİH – Ben oturuyorum.
ESMA – (Hiçbir şey söylemeden gelip oturur.)
SALİH – (Bir müddet sessizlikten sonra.) O geçen kedi miydi?
ESMA – (Salih'e anlamsızca bakar.) Sen benimle anlaşmak istemiyorsun değil mi?
SALİH – Asıl anlaşmak istemeyen sensin yahu.
ESMA – Bu ne demek şimdi? Durup dururken kedilerden bahseden benim sanki. Benimle konuşacak laf bulamayıp kedileri ileri sürem sensin.
SALİH – Ne konuşmamı bekliyorsun ki? Kızgın olduğunda sen beni hiç dinlemedin bu güne kadar.
ESMA – Bravo sana! Yeni evliyiz ama sen beni her zaman kızdıracak bir konu bulabiliyorsun demek ki!
SALİH – Hoppala.
ESMA – Ne oldu şimdi? Haksız değilim bu konuda. Evlendiğimiz günden beri ben seni bir kez olsun bile dinlemediysem bir sebebi var demek ki. Demek ki sen beni hep kızdırıyorsun.
SALİH – Evlendiğimiz günden beri hep sen konuşuyorsun ve de bana sadece dinlemek düşüyor. Bu durumda nasıl konuşmamı beklersin benden ya.
ESMA – Sen konuşmayı beceremiyorsun ne yapayım? Ne zaman ağzını açsan abuk subuk şeylerden bahsediyorsun.
SALİH – Mesela?
ESMA – Mesela, kediler! Benim o tüylü yaratıklardan nefret ettiğimi tanıştığımız gün anlamıştın. Şimdi de karşıma geçmiş “O geçen kedi miydi?” diyorsun. Ondan sonra da benden sana iyi davranmamı istiyorsun. Bu kadarı biraz fazla.
SALİH – Ben hiç konuşmayayım o zaman.
ESMA – Sana hiç konuşma diyen yok.
SALİH – Ama ne zaman konuşsam “Mantıklı konuş!” deyip susturuyorsun beni. “Ben kocamın çok mantıklı biri olmasını istiyorum.” deyip duruyorsun. Ben daha ne diyeyim sana?
ESMA – Biz evleneli çok olmadı değil mi?
SALİH – Biz evlendik mi? Bana evlilikten çok zindan hayatıymış gibi geldi.
ESMA – Senin dilin çok uzamış. Koparırım onu kökünden!
SALİH – Kötü gardiyan Esma iş başında. (Dilini çıkarır.) Al kopar bakalım gücün yetiyor mu?
ESMA – (Sinirlenir ve yerinden kalkar.) Sen geri zekâlısın. Babam haklıydı seninle evlenmemeliydim. Ah eşek kafam.
SALİH – (Konuşmaz.)
ESMA – (Seyircilere doğru gelir oyunun genelinde olan balık tutma hareketini yapmak için seyircilere doğru olta sallar.)
SALİH – Ne yapıyorsun sen?
ESMA – Olta attım. Bekliyorum.
SALİH – Çimlere?
ESMA – Evet, çimlere. Bir sakıncası mı var?
SALİH – İyi de nasıl balık tutmayı düşünüyorsun. Hayır, kedileri beslemek için tutacaksan balıkları gerek yok. Ben mama alırım onlara.
ESMA – Sen çok sinir bozucu birisisin. Belki oltama daha yakışıklı ve daha anlayışlı biri gelir. Belli olmaz bu işler.
SALİH – (Kızar. Esma'nın yanına gider elinden oltayı alır ve dizinde kırar. Elbette ortada bir olta olmadığı için bütün bunlar hayali olacaktır. Esma'nın kolundan tutar ve banka oturtur.) Söyle bakalım sen yine ne isteyeceksin benden?
ESMA – A-a... Bunu da nereden çıkardın hayatım?
SALİH – Tamam, yeni evli olabiliriz ama seni tanıyorum. Ne zaman bir şey isteyecek olsan aynı yola başvuruyorsun da ondan.
ESMA – Beni seviyor musun?
SALİH – Hoppala...
ESMA – Sen benle anlaşmak istemiyorsun değil mi?
SALİH – Hoppala...
ESMA – Anlaşıldı. Sen benimle anlaşmak istemiyorsun.
SALİH – Soru mu şimdi bu?
ESMA – Sana sorumun nasıl olması gerektiğini sormadım. Lafı dolandırmadan beni sevip sevmediğini söyle.
SALİH – Biz evliyiz değil mi?
ESMA – Hoppala...
SALİH – Evli olduğumuza göre bu sorunun cevabı belli değil mi?
ESMA – Sen beni sevmiyorsun yani?
SALİH – Ben öyle bir şey demedim.
ESMA – Evliyiz dedin ama.
SALİH – Tamam evliyiz dedim.
ESMA – Sence evliliğimiz güzel mi gidiyor? Hep kavga ettiğimize göre sen beni sevmiyorsun artık.
SALİH – Ben pes ediyorum artık ya. Oynamıyorum ben.
ESMA – Sen, seni seviyorum da demedin ama. Bunu söylemek bu kadar mı zor sanki?
SALİH – Hayır zor değil. Zaten ben de söylemekten değil de arkasından gelecek cümleden korkuyorum.
ESMA – Ne gibi?
SALİH – Bunu söyleyemem.
ESMA – Niye?
SALİH – Seni sevdiğimi söylediğim zaman sen bu kadarla yetinmeyeceksin büyük ihtimalle.
ESMA – Bence lafı uzatıyorsun. Beni seviyor musun onu söyle.
SALİH – (Korkarak.) Seviyorum.
ESMA – (Gayet ciddi.) İspatla öyleyse!
SALİH – Hoppala... Korktuğum başıma geldi işte.
ESMA – Ne oldu be?
SALİH – Hani ne zaman bana bir şey yaptırmak istediğinde aynı yola başvuruyorsun ya onu diyorum.
ESMA – Bak lafı uzatıyorsun yine. İspatla diyorsam ispatla!
SALİH – (Düşünür.) Şehirdeki bütün kedileri toplayıp denize atayım istersen. Senin uğruna tüm kedilerden vazgeçebilirim.
ESMA – (Sinirli.) O kedilerle birlikte sen de atla denize. Yine saçmalamaya başladın sen.
SALİH – (Alıngan.) Demek yine saçmalıyorum öyle mi?
ESMA – (Alaycı.) E... Ne yaparsın. Bazı insanların kaderi böyle oluyor. Sen şimdi onu bunu boş ver de ispatlamak için ne yapacaksın onu düşün biraz. (Kendi kendine.) Tabi düşünme organın varsa.
SALİH – Ne diyorsun sen?
ESMA – Hiç...
SALİH – İyi bakalım öyle olsun.
ESMA – Düşünüyor musun?
SALİH – Sabret biraz. (Düşünür.) Hah... Buldum.
ESMA – Sonunda.
SALİH – İlk tanıştığımız günü hatırlıyor musun? (Esma'nın yüzü değişir.) Senin üzerinde...
ESMA – Kes kes kes... Ne zaman sıkışsan bu konuyu açıyorsun. Ama bu sefer yemezler canım.
SALİH – Yutmadın değil mi?
ESMA – Sen beni salak mı zannediyorsun?
SALİH – Bilemiyorum artık.
ESMA – Ne demek şimdi bu?
SALİH – Yeri geliyor akıllısın, yeri geliyor salaksın. Yalnız nerede nasıl olacağın hiç belli olmuyor.
ESMA – (Ayağa kalkar.) Sen kendini ne sanıyorsun ya! Ne demek bu? Ağzından çıkanı kulağın duysun önce.
SALİH – Sakin ol hayatım. Bir şey demedim ki. Gel otur önce.
ESMA – Ha... Oturmak dedin de aklıma geldi. Sen beni sevdiğini ispatlamadın daha.
SALİH – Bu senin aklına oturmak dedim diye mi geldi? Ne alaka?
ESMA – Aklıma gelecek bir bahane arıyordum sadece. Lafı dolandırmadan söyle ama.
SALİH – Bak bu olmadı işte.
ESMA – Ne olmadı?
SALİH – Seni kırmaktan korkuyorum bu yüzden lafı oradan oraya sürüklüyorum. Yani sana yanlış şeyler söylemekten korkuyorum.
ESMA – Bunun korkuyla bir alakası yok ki. Hep yaptığın şey bu.
SALİH – Kalbimi kırıyorsun ama.
ESMA – A-a... Senin kalbin var mıydı?
SALİH – Var tabi ki!
ESMA – Peki o kalbi kullanıp niye ispatlamıyorsun beni sevdiğini?
SALİH – (Sessizlikten sonra kalkar, bankın arkasına dolaşır. Esma'nın arkasından boynuna sarılır.) Seni seviyorum. Seni çok seviyorum. Oldu mu şimdi?
ESMA – Ben de seni seviyorum. Ama ispatlamaya yeterli değil bence.
SALİH – Nasıl yani ya?
ESMA – Kuru kuru seni seviyorum demek yeterli değil ki. Kalpten sevdiğini ispatlamalısın bunu.
SALİH – Biz niye evlendik sence?
ESMA – Iıı...
SALİH – Ben söyleyeyim. Biz birbirimizi sevdiğimiz için evlendik. Biz birbirimizi tamamladığımıza inandığımız için evlendik. Yan yana iken mutlu olduğumuz için evlendik. Peki, niye sorguluyorsun bu sevgiyi?
ESMA – Ben sorgulamıyorum.
SALİH – Doğru sen sorgulamıyorsun. (Yerine oturur.) Beni sevdiğini ispatla diyen sen değilsin. (Sessizlik.) Varlığı bile olmayan bir kedi yüzünden beni suçlu ilan eden sensin. Daha da sorgulamıyorum diyecek misin?
ESMA – Ne? Ne dedin sen?
SALİH – Birlikteliğimizi sorgulayan sensin diyorum.
ESMA – Yok onu demiyorum. Ondan öncekini soruyorum.
SALİH – Dokuzu mu?
ESMA – Ne dokuzu?
SALİH – Ondan önceki dokuzu.
ESMA – Ondan önceki, sekizden sonraki dokuzla hiçbir alakası yok bu işin. Bence kedilerin dokuz canlı olmalarıyla bir bağlantısı var bunun.
SALİH – Neler sayıklıyorsun sen?
ESMA – Az önce bizi bu konulara taşıyan kedinin aslında bir hayal ürünü olduğunu söyledin değil mi? Yanlış mı duydum yoksa?
SALİH – Hayır, doğru duydun. Bundan sonra ben de kelimelerime dikkat etmeyeceğim artık.
ESMA – İyi! (Sessizlik.) Niye susuyorsun?
SALİH – Ben susmuyorum. Sadece konuşmuyorum. Anlaşıldı mı hanım efendi?
ESMA – Şimdi de hanımefendi olduk öyle mi?
SALİH – Evet, öyle oldu! Var mı itirazın? Benden sevgi ispatlaması isteyen insan beni tanınmamış demektir. Beni tanımayan insana da hanım efendi diyeceğim elbette.
ESMA – Bak sana bir yol göstereyim ispatlaman için.
SALİH – Hah şöyle çıkar ağzından baklayı. Geldiğimizden beri bir türlü söyleyemedin zaten.
ESMA – Aşkım, ne zaman taşınıyoruz?
SALİH – Bak bir şey isterken dilin ne kadar da güzel kelimeler söylüyor. Ancak taşınma eylemi diye bir şeyi de aklından çıkarsan iyi olur. Hem daha ne kadar oturduk ki bu evde de sen gitmek istiyorsun? Ha... Anladım tabi ya, annemler bizim üstümüzde oturuyorlar. Senin karın ağrın şimdi belli oldu.
ESMA – Ama aşkım ya. Onunla bir alakası yok. Ben çok sıkıldım bu evden. Hem de annemlere daha yakın olalım bitanem. Ortada bir ev olsa ne güzel olur. Her gün annemlere giderken yoruluyorum.
SALİH – Sen saçmaladığının farkında mısın? Zaten annenler sadece dört sokak ötede oturuyorlar. O kadarcık yolda da yorulmaz ki bir insan.
ESMA – Annemlere daha yakın bir yere taşınsak ne var ki bunda?
SALİH – İstersen direkt annenlere taşınalım olsun bitsin.
ESMA – Olabilir!
SALİH – Peki gel bize taşınalım desem?
ESMA – Böyle bir şey asla gerçekleşemez.
SALİH – Gördün mü?
ESMA – Neyi?
SALİH – Senin annemlere taşınmama isteğini, bunun yanında bizim şimdi ki evimizden taşınma gereksizliğini.
ESMA – İşi yokuşa sürme! Alt tarafı taşınacağız ya.
SALİH – Ben asıl başıma geleceklerden korkuyorum.
ESMA – Ne gelebilir ki başına?
SALİH – Burnuma kötü kokular gelmeye başladı.
ESMA – Aşkım... Ben iki tarafın ortasında bir evimiz olsun istiyorum. Eşit uzaklıklarda olsun ailelerimiz.
SALİH – Peki ben annemlere nasıl açıklayacağım bunu?
ESMA – Bu senin sorunun. Ben karışmam.
SALİH – (Çaresizce.) Taşınalım o zaman bana yapacak başka bir şey bırakmıyorsun zaten.
ESMA – Yaşasın...
SALİH – Dur yahu, sevinme hemen. Şaka yaptım ben.
ESMA – Sen, sen, sen var ya... (Ağlamaklı olur.)
SALİH – Tamam, taşınacağız ama bir şartla!
ESMA – Şartın ne olursa olsun kızmayacağım söz.
SALİH – Bir şey söyleyeceğim ama kızmayacaksın.
ESMA – Tamam kızmayacağım. Söyle hadi şartını.
SALİH – Beni yanlış anladın. Şartım kızmaman!
ESMA – Yani şimdi söyleyecek olduğuna kızmazsam mı taşınacağız?
SALİH – Evet.
ESMA – Tamam. Kızmayacağım. Söyle hadi. Sen taşınmayı kabul ettikten sonra ben hiçbir şeye kızmam.
SALİH – Söylüyorum. (Kısa bir bekleme.) Şimdiye kadar söylediklerimin hepsi şakaydı.
ESMA – (Esma kızar. Salih ise kazanmanın verdiği rahatlıkla gülümsemektedir.) Ne... Ne... Ne dedin sen? Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Ne dediğinin farkında mısın?
SALİH – Sen de ne kadar çok ne sözcüğünü kullandığının farkında mısın? Kaybettin işte!
ESMA – (Tuzağa düştüğünü anlar.) Neyi kaybettim?
SALİH – Ben şartımı söyledim, kızmazsan taşınırız dedim. Sen de söylediğim cümleye kızdın. Böylece kaybetmiş oldun. Taşınmıyoruz.
ESMA – Bu ne biçim oyun?
SALİH – Taşınmıyoruz işte.
ESMA – (İnatçı.) Taşınıyoruz.
SALİH – Taşınmıyoruz.
ESMA – Ta-şı-nı-yo-ruz.
SALİH – Ta-şın-mı-yo-ruz.
ESMA – (Bağırarak.) Taşınıyoruz dedim işte o kadar.
SALİH – Tamam, ben de taşınıyoruz diyorum. Niye bağırıyorsun o kadar.
ESMA – Ben hak edene bağırırım. Sen de hak etmiştin!
SALİH – Ama hep senin dediğin oluyor ya.
ESMA – Ne demek hep benim dediğim oluyor?
SALİH – Elbette. Ne zaman tartışsak sonunda senin dediğinde karar kılıyoruz. Haksız mıyım?
ESMA – Ben daha mantıklı kararlar veriyorum da ondan.
SALİH – Boş evi nereden bulacağız peki?
ESMA – Biz şu an senin annenlerin alt katıda oturmuyor muyuz? Benim ailem de dört sokak ötede oturmuyorlar mı? Tamam, işte ikisinin tam ortasında bir ev bulduk annemle.
SALİH – Sayın kayın validem de bu işin içinde ise korkmam yersiz değilmiş. Benim merak ettiğim o bulduğunuz ev nerede tam olarak.
ESMA – Görünce çok beğeneceksin.
SALİH – Nerede ev?
ESMA – A... Aceleci davranma aşkım.
SALİH – Yine yağ yapmaya başladın. Bu işin sonu hayırlı değil.
ESMA – Hayırlı, hayırlı... Merak etme sen. Ancak benim bulduğum evi koşulsuz kabul edeceğine söz ver.
SALİH – Ne zaman taşınıyoruz?
ESMA – Kabul ettin yani.
SALİH – Daha evin yerini bile bilmiyorum ama başka seçeneğim var mı?
ESMA – Başka seçeneğin tabi ki yok ama pişman olmayacaksın. Önümüzdeki hafta içinde taşınırız.
SALİH – Yine dediğin gibi olsun. (Bıkkın.) Hep dediğin gibi olsun.
ESMA – Seni çok seviyorum canım.
SALİH – (Gönülsüzce.) Ben de seni...
ESMA – (Neşeli.) Bak evimiz çok güzel ve çok geniş.
SALİH – Nasıl buldun?
ESMA – Annem buldu.
SALİH – Bu sorunun cevabını tahmin etmeliydim.
ESMA – Bir sorun mu var?
SALİH – (Lafı değiştirir.) Yarın ev sahibiyle konuşayım madem. Bakalım anlaşabilecek miyiz?
ESMA – Görüşmene gerek yok.
SALİH – O niye?
ESMA – Çünkü ben görüştüm. (Çantasından bir anahtar çıkarır.) Anlaştım. (Anahtarı sallar.) Anahtarı bile teslim aldım!
SALİH – (Yenilgiyi kabul eder.) Ev nerede onu saklama bari benden.
ESMA – Sıkı dur söylüyorum.
SALİH – (Kısa bir bekleyiş.) Söyle hadi de ne olacaksa olsun. (Bıkkın.) Ben hazırım.
ESMA – (Çığlık çığlığa.) Annemlerin üst katı...
Burada ışıklar sönecektir. Seyirciler oyunun bittiğini düşünmelidirler. Bir müddet sonra ışıklar yanar. Sahne boştur. Ancak bir dış ses girer araya. Bu bankın sesidir.
BANK – Bu kadar olamaz. Bu kadar olmamalı. Şimdi oyun sırası ben de. Kendimi tanıtayım önce. Bendeniz bu parkın, insanlar tarafından hor kullanılan bankıyım. Her gün onlarca kişi faydalanıyor benden. Hepsinin hikâyesini dinliyorum. İnanın bana hepsi de birbirine benzer hikâyeler. Esma ile Salih'in, Süheyla ile Vedat'ın, Gülşen ile Osman'ınkiler gibi aynı. Ve bu oyunun burada bittiği sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu insanların hikâyeleri bu kadarla sınırlı değil. Hepsi de anlaşmış gibi birbirlerini tekrar edip duruyorlar. Ve sadece burada gördüklerinizle de sınırlı değil. Daha görmediğiniz ve benzer hikâyelerini dinleyemediğimiz o kadar çok insan var ki. Alın işte yine geliyorlar. Ben yine eski halime dönmeye mecburum. Sonra konuşmaya devam ederiz belki.
İçeri Osman ile Gülşen çifti girer. Gülşen önde Osman arkadadır. İkisi de kızgındır. Gülşen bankın önünden geçerek yoluna devam eder. Osman ise oturur.
OSMAN – Ben oturuyorum.
GÜLŞEN – (Hiçbir şey söylemeden gelip Osman'ın yanına oturur.)
OSMAN – (Bir müddet sessizlikten sonra birden.) O geçen kedi miydi?
Önce Osman sonra Gülşen gülmeye başlar. Çünkü oyun bitmiştir. Öne doğru gelip selam verirler. Daha sonra diğer oyuncular da gelir sahneye. Hep birlikte gülerek selam verirler.
-PERDE-
Yazan: Berkan Karasu
27 AĞUSTOS 2005
KUYUCAK
Bir Buket Aşk (Devam)
II. BÖLÜM – I. SAHNE
Bu bölümde de ışıklar yandığında seyirci bir müddet boş sahneyi izlemelidir. Bu sürenin sonunda Osman sağdan koşarak gelip kendini banka atar. Arkasından Gülşen gelip yanına oturur. Bu sahneyi seyirci hatırlayacaktır. Çünkü Osman’ın gelişi Salih’in birinci bölüm ikinci sahnedeki gelişiyle aynı olmalıdır. Hatta Gülşen ile aralarında başlayacak konuşmanın başı Salih ile Esma arasında geçen konuşma ile aynı olacaktır.
GÜLŞEN – Osman, çocuk yapmaya gerek yok biliyor musun?
OSMAN – (Şaşkın.) O niye?
GÜLŞEN – Zaten bir tane var. İkinciye gerek yok diyorum.
OSMAN – (Kızar.) Benden bir şeyler mi saklıyorsun sen?
GÜLŞEN – Yo... Niye saklayayım ki?
OSMAN – Çocuk konusu nereden çıktı öyleyse?
GÜLŞEN – Bir çocuğa daha gerek yok diyorum. Zaten bir tane var artık.
OSMAN – (Anlam veremez.) Sen hamile misin yoksa?
GÜLŞEN – Ne hamileliği? Henüz evli değiliz!
OSMAN – E... Çocuk nereden çıktı öyleyse? Yoksa sen...
GÜLŞEN – (Sözünü keser.) Bir çocuğa daha gerek yok diyorum. Çünkü sen çocuklaştın. Zaten tıbben de bir çocuğun çocuğunun olması imkânsız. Ha... Bak evlatlık almayı deneyebilirsin ama sanırım buna da izin vermiyorlar. Yani her taraftan önünü kapatıyorlar senin.
OSMAN – (Rahatlar.) Şaka mıydı şimdi bu?
GÜLŞEN – Evet.
OSMAN – Gülmem gerekiyor mu?
GÜLŞEN – Sen bilirsin.
OSMAN – (Yerinden kalkar. Bankın önünde volta atmaya başlar.) Tabi ki ben bileceğim.
GÜLŞEN – Ne yapıyorsun sen öyle?
OSMAN – (Hemen olduğu yerde seyircilere döner. Elinde olta varmış gibi davranır. Oltayı seyircilere doğru sallar. Tıpkı balıkçı edasıyla.) Önce atıyordum, şimdi ise olta atıyorum. Bakarsın daha güzel espri yapan bir sevgili denk gelir oltaya.
GÜLŞEN – (Kendinden emin.) Sana çocuklaştığını söylemiştim. Yanlış hatırlamıyorum değil mi?
OSMAN – Doğru hatırlıyorsun. Bak hatırlamak istediklerinin nasıl da hatırlıyorsun?
GÜLŞEN – Ne demek istiyorsun?
OSMAN – (Oturur.) Şunu demek istiyorum bayan çokbilmiş. Biz buraya ne için gelmiştik. Hatırlarsan tabi!
GÜLŞEN – Hatırlıyorum merak etme. Hatta seninle tanıştığımız dakikadan itibaren her şeyi hatırlıyorum.
OSMAN – Mesela?
GÜLŞEN – Mesela, tanıştığımız dakikada sen gazeteyi okumaya tersten başlamıştın. Mesela, o gün üzerindeki gömlek, Pantolon ve hatta ayakkabı rengin. Daha sayayım mı?
OSMAN – Tamam, ikna oldum. Benim senden hatırlamanı istediğim tek bir şey var, o da bugün buraya neden geldiğimiz!
GÜLŞEN – Onu da unutmadım merak etme. Sana ait her noktayı saniyesi saniyesi hatırlıyorum. Benim için o kadar önemlisin ki...
OSMAN – Canım benim ya... Sen de benim için çok önemlisin. Kimse ayırmasın bizi.
GÜLŞEN – Kim ayıracak bu saatten sonra. Baksana düğün tarihimizi kararlaştırmak için buradayız.
OSMAN – Orası belli olmaz. Bakarsın baban cayar. Belli olmaz. Yok, arkadaşın oğluydu, yok lokalden oyun arkadaşıydı... Tutturur onlardan biriyle evlen diye. Güven olmaz kayın pedere. Hem sen de hatırlamışken buraya gelme nedenimizi hadi artık kararlaştıralım. Nerede yapmak istersin düğünü bebeğim?
GÜLŞEN – Düğün salonunda elbette hayatım.
OSMAN – Elbette düğün salonunda yapacağız. Ama hangisinde yapalım?
GÜLŞEN – Düğünü oğlan tarafı yapar. Bu yüzden seçimi sizlere bırakıyorum. Biz nişanı yaparken nerede yapalım diye sorduk mu size? Tuttuk bir yer ve size şurada yapıyoruz dedik.
OSMAN – Tamam. Düğün salonu işini düğünü oğlan tarafı yapıyor diye bize bırakıyorsanız düğün tarihini de bize bırakıyorsunuz demektir.
GÜLŞEN – Ama size bırakıyor olmamız benim bu konu üzerinde fikirlerimin alınmayacağı anlamına gelmez.
OSMAN – Elbette. (Sessizlik.) Gülşen.
GÜLŞEN – Efendim.
OSMAN – Çocuğumuz sence kız mı olacak erkek mi?
GÜLŞEN – Sağlıklı, güzel bahtlı olsun da nasıl olursa olsun.
OSMAN – Ben bir kızım olsun istiyorum.
GÜLŞEN – Vay... Gözlerim yaşardı.
OSMAN – O niye?
GÜLŞEN – Senin, “Erkek adamın erkek çocuğu olur.” diyen sabit fikirliler arasında olmaman gözlerimi yaşarttı.
OSMAN – Haklısın, cinsiyeti hiç önemli değil.
GÜLŞEN – Bak aklıma ne geldi? Uzat elini. (Osman elini uzatırken Gülşen'de boynundaki kolyeyi çıkarır ve Osman'ın avucunun içine doğru ucundan tutarak bekler.) Cinsiyet falı bakacağız. Başlıyoruz. (Kolyeye bakarlar.) Senin birinci çocuğun erkek olacak. (Tekrar kolyeye bakar.) İkincisi de erkek olacak. (Kolyeye bakmaya devam eder. Kolyenin sallanması durmuştur.) Devamı yok. İki tane erkek çocuğun olacak inşallah.
OSMAN – Doğru mu bu peki?
GÜLŞEN – Fala inanma falsız da kalma. Ben ilişkiye başladığımız aylarda bir kahve falına baktırmıştım. Seninle ilgili çok güzel şeyler söylemişti. Bir bir gerçekleşiyor. İnşallah böylece devam eder.
OSMAN – Hadi seninkine de bakalım.
GÜLŞEN – Olmaz!
OSMAN – Niye ki?
GÜLŞEN – Ya benim çocuk cinsiyetlerim farklı çıkarsa. O zaman ikimizin de içine kurt düşer.
OSMAN – Bir şey olmaz. Biz birbirimize yazılmışız zaten. Bu yazıyı küçücük bir fal mı değiştirecek?
GÜLŞEN – Tamam. Al bakalım kolyeyi o zaman.
OSMAN – Hazır mısın?
GÜLŞEN – Evet.
OSMAN – (Kolyeye bakar.) Gözümüz aydın, birincisi erkek. (Tekrar kolyeye bakar.) Yaşasın ikincisi de erkek. Ama daha sonuca ulaşmadık. (Kolyeye yine bakar.) İşte güzel haber senin de sadece iki tane erkek çocuğun olacak. Canım benim. (Sarılırlar.)
GÜLŞEN – Bu çok güzel. Artık gönül rahatlığıyla evlenebilirim seninle.
OSMAN – Ne alakası var ya? Falla belli olur mu bu işler? Seninki de akıllı işi değil yani.
GÜLŞEN – A-a... Durup dururken akılsız diyorsun bana farkındaysan. Özür dile çabuk benden
OSMAN – Özür di...
GÜLŞEN – (Sözünü keser.) Özür dileme. Sanki özür dileyince bana söylediğin laf geri mi dönecek. İstemem özrün sende kalsın.
OSMAN – Hayatım öyle demek istemediğimi biliyorsun. İşi yokuşa sürme lütfen. Senin yanındayken konuşacağım lafları bulamıyorum.
GÜLŞEN – Niye böyle yapıyorsun? Sanki konuşacak bir konuşacak başka konu kalmamış gibi sürekli lafları seçememenden, benim karşımda dilinin tutulmasından bahsediyorsun. Sen erkeksin ya, erkek gibi davran biraz! Bu çok sinir bozucu bir durum.
OSMAN – Tamam Hayatım kızma hemen. Senin yanındayken, senin hak ve özgürlüklerine saygı duymaya çalışıyorum.
GÜLŞEN – Ama kendi hak ve özgürlüklerini bir kenara atıyorsun. Ben senden bunu istemiyorum. Bu ilişkide ikimiz de eşit olmalıyız.
OSMAN – Tamam, sen kaşındın. Bundan sonra sert bir erkek var karşında. Bundan böyle benim kurallarım geçerli bu ilişkide.
GÜLŞEN – Saçmalama lütfen. Sana höyt desem ödün kopar yahu.
OSMAN – Ama Hay...
GÜLŞEN – (Sözünü keser.) Yeter. Hak ve özgürlüklerden bahsedip durma artık. Sen benim siyaset damarımın kabarmasını istiyorsun şua an. Yani ben siyasetten konuşmaya başladığımda beni galyana getirecek ve düğün konusunda bütün isteklerini bana kabul ettireceksin. Yoksa yanılıyor muyum?
OSMAN – (Daha da ateşlendirmek için alkışlar.) Bravo, bravo... Aynı bir politikacı gibi konuştun. Sen milletvekili olacak kadınsın.
GÜLŞEN – İyi o zaman, sen bir parti kur. Ben de o partiden milletvekili adayı olayım.
OSMAN – Tabi haya...
GÜLŞEN – (Sözünü keser.) Hemen o koca çeneni kapamazsan dokunulmazlığımı kullanıp seni çarpabilirim.
OSMAN – Ta...
GÜLŞEN – (Sözünü keser.) Kapa çeneni dedim. Başka konu bulduğun zaman aç ağzını oldu mu?
OSMAN – (Kafasını sallar. Bir süre sessizlikten sonra.) Hayatım... (Korka korka.) Mesela kedilerden konuşabiliriz. Yani evimizde kaç kedi besleyeceğimizi tartışabiliriz.
GÜLŞEN – (Sinirlenmiştir ve birden patlar.) Benim kedilerden nefret ettiğimi bile bile bu konuyu açman gerekiyor muydu? Hemen konuyu değiştirsen iyi olur. Zira milletvekili dokunulmazlığı hala kaldırılmadı.
OSMAN – Aman taktın sen de milletvekillerine. Boş ver. İsteyen istediğini yapsın. İsteyen kaza yapan oğlu yerine kendini koyup dokunulmazlıktan yararlansın, isteyen de akrabaları için yeni yürütmeler tasarlasın bundan bana ne. (Gülşen burada seyircilere doğru gelir. Osman'ın olta atmasını taklit ederek seyircilere doğru hayali olta sallar.) Asıl önemli olan bizim sevgimiz. Şimdi soruyorum sana hangi milletvekili bizim nikâh şahidimiz olmak ister. Ancak haksız yere barajın altında kalanlar. Baraj diye kastettiğim de bildiğin su barajları değil. Onlar zaten kurudu. Ben ülke geneli yüzde on barajından bahsediyorum. Şimdi bak mesela… (Gülşen'in yaptıklarını fark eder.) Hayatım, ne yapıyorsun? Ben barajlarda su kalmadı diyorum sen baraja olta sallar gibi hareketler yapıyorsun.
GÜLŞEN – Ben barajda balık tutmak için sallamadım bu oltayı. Bakarsın parktan geçen aklı başında biri takılır da yeni bir sevgili bulmuş olurum kendime.
OSMAN – Saçmaladığının farkında mısın?
GÜLŞEN – Evet saçmalıyorum. Var mı diyeceğin. Dikkat et de o saçmalardan biri sana denk gelmesin. (Sessizlik.) Bak her şeyi unutalım. Farz et ki parka yeni gelmişiz ve düğün tarihimizi kararlaştırmak için konuşuyoruz.
OSMAN – Yandık.
GÜLŞEN – Benimle evlenmek bu kadar mı kötü?
OSMAN – Ben onu demiyorum. Burada o kadar çok oturduk ki her tarafım ağrıdı artık. Bu kadar daha oturamam yani onun için yandık dedim.
GÜLŞEN – Tamam öyleyse, eve gidelim orada konuşuruz.
OSMAN – (Düşünür.) Ama her şeye ilk başladığımız yerde karar verelim istiyorum. Sanırım biraz daha dayanabilirim.
GÜLŞEN – Ben her şeyi sana bıraktım. Bütün her şeyi.
OSMAN – Bunun evlilik politikasıyla bir alakası olabilir mi?
GÜLŞEN – Hangi evlilik politikasından bahsediyorsun?
OSMAN – Evlenmeden önce bayan erkeğin sözünü dinler, evlendikten sonra erkek bayanın sözünü dinler. Bir müddet sonra da komşular ses dinlemeye başlar politikasından bahsediyorum bitanem.
GÜLŞEN – (Kurnaz.) Orası belli olmaz işte.
OSMAN – Madem her şeyi bana bırakıyorsun, oturacağımız evi de ben seçeceğim.
GÜLŞEN – Yandık desene.
OSMAN – Orası belli olmaz. Seçimi bana bırakmasaydın. Sonuçlarına katlanmak zorundasın.
GÜLŞEN – E... Neresi olduğunu söyle de kulaklarıma inanamayayım bari.
OSMAN – Sıkı dur, söylüyorum. (Gülşen elleriyle kulaklarını tıkar.) Annemlerin alt katı.
KARARMA
II. BÖLÜM – II. SAHNE
Soldan Vedat ile Süheyla girer. Küs oldukları her hallerinden bellidir. Bu bölümde bankın önünden geçerken Süheyla oturur. Vedat yürümeye devam eder.
VEDAT – (Süheyla'nın oturduğunu fark eder.) Küs olmamız yetmemiş. Şimdi de ayrı ayrı hareket etmeye başlamışız.
SÜHEYLA – Geçen gün komşular da öyle dedi zaten.
VEDAT – Sen bizim aile içi sorunlarımızı annenlere mi anlatıyorsun?
SÜHEYLA – Annemler demedim, komşular dedim!
VEDAT – Unuttuysan hatırlatayım. Yaklaşık iki ay önce senin zorunla senin annenlerin üst katına taşınmıştık. Bu durumda doğal olarak senin ailen aynı zamanda komşumuz oluyor.
SÜHEYLA – Ben bizimkilere hiçbir şey söylemedim. Sanırım evlilik politikamız tıkır tıkır işliyor.
VEDAT – Ne demek şimdi bu?
SÜHEYLA – Politikanın bir müddet sonra komşular ses dinlemeye başlar maddesine kadar gelmişiz baksana.
VEDAT – İnşallah politikaya bir madde daha eklenmiştir.
SÜHEYLA – Hangi madde o?
VEDAT – Oturabilir miyim? Yoruldum.
SÜHEYLA – Otur bakalım. (Vedat oturur.) Sen zaten ne zaman enerjik oldun ki? Otursan yorulursun, konuşsan yorulursun...
VEDAT – Konuşunca neyse de oturunca ne zaman yorulduğu mu hatırlatır mısın?
SÜHEYLA – Memnuniyetle Vedat Bey. Hani düğün tarihini kararlaştırmak için bu parka gelmiştik bundan yaklaşık dört ay önce. Hatta bu banka oturmuştuk. Laf lafı açmıştı da tarihi kararlaştırmamız uzamıştı. Sen de otura otura yorulduğunu dile getirmiştin. Ha... Evlilik politikamızı da o gün koymuştuk.
VEDAT – (İkna olmuştur.) Tamam. Bu konuda haklısın. Bakalım bana yorgun olduğum başka bir konu hatırlatabilecek misin? Oturarak yorulmak enerjik olmadığım anlamına gelmez değil mi?
SÜHEYLA – (Hiç düşünmeden.) Elbette hatırlatayım kocacığım. Bizim hala niye bir çocuğumuz yok sanıyorsun sen? Hemen söyleyeyim. Senin her gece yordun olmandan. Evleneli dört ay oldu ama sen hala düğün yorgunluğunu atamadın üzerinden. Balayına gittik ama balayında balı seven ayılar gibi horul horul uyudun sürekli. Ve hala ben hangi akşam bizim ilk gecemiz olacak acaba diye bekleyip duruyorum.
VEDAT – (Cevap veremez. Kızarır.) E...
SÜHEYLA – Ah canım benim. Çıkmaza mı giriverdin birden bire. Tamam tamam, konuyu değiştiriyorum hemen. Ama biraz daha böyle devam ederse konuyla beraber seni de değiştirmem gerekecek. E... Söyle bakalım neymiş politikamızın son eklenen maddesi?
VEDAT – Gerçi son maddeyi söylemeye gerek kalmadı. Sen bir çırpıda özetleyiverdin az evvel.
SÜHEYLA – Neymiş söyle bakalım hemen.
VEDAT – “İnşallah boşanma davasını kadın açar.” maddesi.
SÜHEYLA – (Şaşırır.) Daha evleneli ne kadar oldu ki hemen boşanmak istiyorsun?
VEDAT – Az önce sen bahsettin beni değiştirmekten.
SÜHEYLA – Ben ilk gece konusunda yorgun olursan değiştireceğimi söyledim.
VEDAT – İki ay önce benimle konuşacak laf bulamıyordun şimdi çok rahat söylüyorsun her şeyi. Bak çocuk meselesinin tek uçlusunun ben olduğumu bir çırpıda söyleyiverdin.
SÜHEYLA – Ama bu konuda nedense ben hiç yorgun olmuyorum.
VEDAT – Zaten ben de buna anlam veremiyorum. Bir tek bu konuda sen hiç yorgun olmuyor musun?
SÜHEYLA – Ben de hep kendi kendime düşünüp duruyorum, bu adam başka yerler de mi yorulup geliyor acaba diye.
VEDAT – Saçmalama!
SÜHEYLA – Ben saçmalamıyorum. Asıl senin yaptıkların çok saçma.
VEDAT – Evet. Kesin saçmalıyorsun. Kendinde değilsin.
SÜHEYLA – Senin daha evlendiğimiz günden beri faaliyet göstermemiş olman saçma. Benim saçmaladığım falan yok.
VEDAT – Süheyla Hanım!
SÜHEYLA – Kırk yıllık karın şimdi Süheyla Hanım oldu öyle mi? Yazıklar olsun sana.
VEDAT – Birincisi biz evleneli kırk yıl olmadı. İkincisi ben boşanmak istediğim birine “Hanım Efendi” dememin daha uygun olduğunu düşünüyorum.
SÜHEYLA – Benim boşanma gibi bir kararım yok.
VEDAT – Ama benim var!
SÜHEYLA – Benim yok! Her ne şekilde olursa olsun ben boşanmayacağım!
VEDAT – Ben boşanacağım...
SÜHEYLA – Tamam o zaman boşanma davasını sen aç. Aç da gör bakalım dünyanın kaç bucak olduğunu.
VEDAT – Daha beş dakika önce boşanma davasını kadın açar diye bir madde koymadık mı?
SÜHEYLA – Dikkatini çekerim. Biz koymadık sen koydun o maddeyi. Yani ben o maddeye uymak zorunda değilim.
VEDAT – Tamam, haklısın ben koydum. Ama yine de bu maddeye göre davayı senin açman gerekiyor.
SÜHEYLA – Ben de bir madde koyuyorum öyleyse. Madde beş: “Kadın boşanma davasını adam eve yorgun gelmeye devam ederse açar.”.
VEDAT – Bu yorgunluk konusunu kapatabilir miyiz lütfen?
SÜHEYLA – Evlendiğimiz günden beri elli bin defa kapattığımız gibi mi?
VEDAT – Evet, elli bin birinci de kapatalım lütfen.
SÜHEYLA – Tamam, sen bilirsin.
VEDAT – (Sessizlik.) Peki, biz bu noktaya nasıl gelebildik?
SÜHEYLA – Mantıklı bir soru.
VEDAT – Bu mantıklı soruya mantıklı bir cevabın vardır herhalde.
SÜHEYLA – Var elbette. Şöyle bir hafızanı tazele bay mantı kafa. Ay yanlış söyledim mantıklı kafa.
VEDAT – Kalbimi kırıyorsun bayan çokbilmiş.
SÜHEYLA – Evliliğimizin ilk aylarında sen benimle konuşacak hiçbir şey bulamıyordun ve gereksiz yere konuşabilmek için kedileri bile rahatsız ediyordun. Bir de bu kedilerin rahatsızlığı yetmiyormuş gibi kediler aracılığıyla beni de rahatsız ediyordun.
VEDAT – (Konuşmaz. Ortalıkta bir müddet sessizlik olur.)
SÜHEYLA – Sanırım hala konuşacak bir şeyler bulamıyorsun. Konuşarak birlikte hoş vakit geçirebileceğimizi biliyor olmalısın hâlbuki.
VEDAT – Bulmak istesem bulurdum ama sen uğrunda küçük parmağımı bile kıpırdatmaya değmeyecek birisin.
SÜHEYLA – Hop... Kırıcı olmaya başladın herif.
VEDAT – Evliliğimizin ilk aylarında da sen çok kırıcı davranıyordun bana karşı. Ne yapayım? Etme bulma dünyası işte.
SÜHEYLA – Bir anlaşma yapalım seninle.
VEDAT – Ben seninle anlaşma falan yapmam. Evlendik de ne oldu sanki.
SÜHEYLA – Evliliği bu işe karıştırmasan olmaz sanki.
VEDAT – Unutma evlilik de iki insan arasında yapılan anlaşmadır.
SÜHEYLA – Çok güzel bir noktaya parmak bastın.
VEDAT – Ben senin için küçük parmağımı bile oynatmam ama pekâlâ parmağım bir yerlere dokunmuş olabilir. Bu normaldir.
SÜHEYLA – Kendini komik sanıyorsun fark ediyorsan. Senin de söylediğin gibi evlilik iki kişi arasında yapılan bir anlaşmadır. Ama nedense sen ve senin şu çokbilmiş annen bu antlaşmaya uymayarak evliliğimizi üç kişilik bir grup haline getirdi.
VEDAT – Dört kişilik bir grup desek daha doğru olur sanırım.
SÜHEYLA – Evliliğimizin dördüncü üyesi kimmiş bakalım?
VEDAT – Kim olabilir baban elbette.
SÜHEYLA – Utanmaz şey. O benim babam olduğu kadar senin de baban sayılır.
VEDAT – O halde benim annem senin de annen olmuş oluyor.
SÜHEYLA – (Lafı değiştirir.) Ama yukarıda Allah var senin baban bir günden bir güne evliliğimize karışmış değil. Bu yüzden onu çok seviyorum.
VEDAT – Bu demek oluyor ki sen benim annemi sevmiyorsun.
SÜHEYLA – Evet sevmiyorum. Hem her gelin, kaynanasını her kaynana da gelinini sevmez.
VEDAT – Annem seni çok seviyor. Her halinden belli değil mi?
SÜHEYLA – Evet. Görebiliyorum. Beni o kadar çok seviyor ki elinde bir kaşık ve içerisinde bulunan bir miktar su ile bütün gün arkamda önümde dolaşıyor. Hatta o kadar çok seviyor olmalı ki onu birkaç kez rujlu dudaklarıyla senin gömleklerinin yakalarını öperken yakaladım.
VEDAT – Bu annemin evliliğimizin üçüncü şahsı olduğunu kanıtlamaz.
SÜHEYLA – Hemen kanıtlıyorum. Ben sana en son hangi yemeği pişirdim?
VEDAT – Iıı...
SÜHEYLA – Hatırlamazsın elbette. Çünkü evlendiğimiz günden bu yana annen sürekli bizim eve yemek taşıyor. (Taklit ederek.) “Benim oğlum senin yemeklerini sevmez. Hem sen güzel yemek yapamazsın. Oğluşumun midesi bozulmasın.” diye diye. Hayır, bana da yedirse hiç sorun yapmayacağım. Ben kendi yiyeceğim yemekleri kendim yapmak zorunda kalıyorum ve beyefendi siz de bütün bunlara göz yumuyorsunuz.
VEDAT – Bu durum senin babanın evliliğimizin dördüncüsü olduğu gerçeğini kapatmaz değil mi?
SÜHEYLA – (Vedat'ın konudan konuya atlamasını ima ederek.) İşte evliliğimizin bir sorunu da bu.
VEDAT – Sonunda farkına varabildiğine sevindim.
SÜHEYLA – Ben başından beri farkındayım bunun.
VEDAT – Madem farkındasın niye bir çözüm üretmiyorsun? Sonuçta senin baban. Ben müdahale edemem ki.
SÜHEYLA – Sen neden bahsediyorsun kuzum?
VEDAT – Babanın evliliğimizin dördüncü bireyi olduğundan.
SÜHEYLA – Ama ben senin bir konuyu bitirmeden diğerine geçmenden bahsediyorum. Yani bir sorunumuz da bu derken bunu kastetmiştim.
VEDAT – (Anlamıştır.) Hı...
SÜHEYLA – Hem benim babam annen gibi elinde bir kaşık su senin peşinde dolaşmıyor ki.
VEDAT – Olsun. Onun da başka çabaları var. Evliliğimizin güzel gidiyor olmasını hazmedememişti. Şimdi iyi gitmediğine göre huzur içimde uyuyordur geceleri.
SÜHEYLA – Babam niye böyle bir şey yapsın ki?
VEDAT – Seni vermemek için neler yaptığını unutuyorsun galiba.
SÜHEYLA – Ne yaptı ki? Abartıyorsun.
VEDAT – Daha ne yapacak. Seni benden soğutabilmek için benim fotoğraflarımı montajladı.
SÜHEYLA – Bun da abartacak ne var?
VEDAT – Bunda abartacak bir şey yok. Hepimiz hayatımızın bir döneminde gülmek için fotoğraflarımızı montajlarız. Asıl abartılacak tarafı montajın beni sana yanlış tanıtmak için erkeklerle uygunsuz vaziyette yapılmış olması. Ha... Suç babanda değil, bende. Bütün bunlar olmuşken seninle evlenmeyi niye bu kadar çok istedim hala bir anlam veremiyorum.
SÜHEYLA – Babam da pek haksız değilmiş hani. Gece performanslarına bakılacak olursa şüphelenmiyor değilim.
VEDAT – Süheyla! Bu ulu orta konuşulacak konu değil.
SÜHEYLA – Bu güne kadar evde konuştuk da ne oldu sanki?
VEDAT – Ne mi oldu?
SÜHEYLA – Evet ne oldu? Elimize ne geçti? Sen halini değiştirdin mi?
VEDAT – Şimdi konumuz bu değildi ama!
SÜHEYLA – Tamam, senin istediğin bir konuya geçelim. Nasıl olsa ben döner dolaşır yine gelirim bu konuya.
VEDAT – Konumuz senin babanın evliliğimizin dördüncü kişisi olmasıydı.
SÜHEYLA – Yani sen annenin üçüncü kişi olduğunu kabul ettin.
VEDAT – Bunu da nereden çıkardın?
SÜHEYLA – Babamı dört olarak saydığına göre dörtten önce gelen sayının sahibini de kabul etmiş sayılıyorsun. Bilinçaltın bunu gösteriyor.
VEDAT – Şimdi de psikolog kesildin başıma.
SÜHEYLA – Benden psikolog olmaz.
VEDAT – Ha şunu bileydin!
SÜHEYLA – Eğer benden psikolog olsaydı, senin gece yorgunluklarına bir çare bulmam lazımdı. Bulamadım.
VEDAT – Pes ediyorum. Haklısın. Sen dönüp dolaşıp aynı konuya gelebiliyorsun.
SÜHEYLA – Konuşulacak başka önemli konu bulamıyorum da ondan.
VEDAT – Tamam, sen kazandın. Nafaka pahasına da olsa boşanma davasını ben açacağım. Ama hemen sevinme taşınmaz mallarımdan zırnık koklatmam sana.
SÜHEYLA – Sen bilirsin ben sana daha ne diyeyim?
VEDAT – Bugün sen bir kat daha az çık merdivenleri.
SÜHEYLA – O niye?
VEDAT – Çünkü annenlerde kalman gerekecek. Eve boşu boşuna gelme. Yarın da ben evde yokken gelir eşyalarını alır gidersin.
SÜHEYLA – Sen kararında ciddi misin?
VEDAT – Evet.
SÜHEYLA – İyi o zaman.
VEDAT – Ne yani? Zorluk çıkarmayacak mısın?
SÜHEYLA – Hayır.
VEDAT – İyi de boşanmanın tadı çıkmaz ki o zaman.
SÜHEYLA – Ben de Bunun için uğraşıyorum ya!
VEDAT – Bu ne demek şimdi?
SÜHEYLA – (Duygusallaşır.) Hala anlamadın mı Vedat?
VEDAT – Hayır.
SÜHEYLA – Seni sevmiyor olsaydım sırf sana işkence olsun diye boşanmayı kabul etmezdim. Ama ne yazık ki hala ilk günkü kadar çok seviyorum seni. Ve bu yüzden sen rahat edesin diye boşanmayı kabul ediyorum. Sevmek biraz da sevdiğini mutlu görmektir.
VEDAT – (Konuşamaz.)
SÜHEYLA – Bir şey söylemeyecek misin?
VEDAT – Söyleyeceğim.
SÜHEYLA – (Sessizlik. Bu sessizlikten sonra Vedat'ın boynuna sarılmasını beklemektedir.) Hadi söyle.
VEDAT – (Sessizlik.) Mahkemede görüşürüz. (Kalkar ve geldiği yönden çıkar.)
SÜHEYLA – (Vedat çıktıktan sonra sessizlik içinde seyircilere bakar bir süre.) Yutmadı...
KARARMA
II. BÖLÜM – III. SAHNE
Işıklar yandığında sahne boştur. Bir süre sonra önde Esma, arkada Salih sahneye girerler. İkisi de kızgındır. Esma, bankın önünden geçerek yoluna devam eder. Salih ise oturur.
SALİH – Ben oturuyorum.
ESMA – (Hiçbir şey söylemeden gelip oturur.)
SALİH – (Bir müddet sessizlikten sonra.) O geçen kedi miydi?
ESMA – (Salih'e anlamsızca bakar.) Sen benimle anlaşmak istemiyorsun değil mi?
SALİH – Asıl anlaşmak istemeyen sensin yahu.
ESMA – Bu ne demek şimdi? Durup dururken kedilerden bahseden benim sanki. Benimle konuşacak laf bulamayıp kedileri ileri sürem sensin.
SALİH – Ne konuşmamı bekliyorsun ki? Kızgın olduğunda sen beni hiç dinlemedin bu güne kadar.
ESMA – Bravo sana! Yeni evliyiz ama sen beni her zaman kızdıracak bir konu bulabiliyorsun demek ki!
SALİH – Hoppala.
ESMA – Ne oldu şimdi? Haksız değilim bu konuda. Evlendiğimiz günden beri ben seni bir kez olsun bile dinlemediysem bir sebebi var demek ki. Demek ki sen beni hep kızdırıyorsun.
SALİH – Evlendiğimiz günden beri hep sen konuşuyorsun ve de bana sadece dinlemek düşüyor. Bu durumda nasıl konuşmamı beklersin benden ya.
ESMA – Sen konuşmayı beceremiyorsun ne yapayım? Ne zaman ağzını açsan abuk subuk şeylerden bahsediyorsun.
SALİH – Mesela?
ESMA – Mesela, kediler! Benim o tüylü yaratıklardan nefret ettiğimi tanıştığımız gün anlamıştın. Şimdi de karşıma geçmiş “O geçen kedi miydi?” diyorsun. Ondan sonra da benden sana iyi davranmamı istiyorsun. Bu kadarı biraz fazla.
SALİH – Ben hiç konuşmayayım o zaman.
ESMA – Sana hiç konuşma diyen yok.
SALİH – Ama ne zaman konuşsam “Mantıklı konuş!” deyip susturuyorsun beni. “Ben kocamın çok mantıklı biri olmasını istiyorum.” deyip duruyorsun. Ben daha ne diyeyim sana?
ESMA – Biz evleneli çok olmadı değil mi?
SALİH – Biz evlendik mi? Bana evlilikten çok zindan hayatıymış gibi geldi.
ESMA – Senin dilin çok uzamış. Koparırım onu kökünden!
SALİH – Kötü gardiyan Esma iş başında. (Dilini çıkarır.) Al kopar bakalım gücün yetiyor mu?
ESMA – (Sinirlenir ve yerinden kalkar.) Sen geri zekâlısın. Babam haklıydı seninle evlenmemeliydim. Ah eşek kafam.
SALİH – (Konuşmaz.)
ESMA – (Seyircilere doğru gelir oyunun genelinde olan balık tutma hareketini yapmak için seyircilere doğru olta sallar.)
SALİH – Ne yapıyorsun sen?
ESMA – Olta attım. Bekliyorum.
SALİH – Çimlere?
ESMA – Evet, çimlere. Bir sakıncası mı var?
SALİH – İyi de nasıl balık tutmayı düşünüyorsun. Hayır, kedileri beslemek için tutacaksan balıkları gerek yok. Ben mama alırım onlara.
ESMA – Sen çok sinir bozucu birisisin. Belki oltama daha yakışıklı ve daha anlayışlı biri gelir. Belli olmaz bu işler.
SALİH – (Kızar. Esma'nın yanına gider elinden oltayı alır ve dizinde kırar. Elbette ortada bir olta olmadığı için bütün bunlar hayali olacaktır. Esma'nın kolundan tutar ve banka oturtur.) Söyle bakalım sen yine ne isteyeceksin benden?
ESMA – A-a... Bunu da nereden çıkardın hayatım?
SALİH – Tamam, yeni evli olabiliriz ama seni tanıyorum. Ne zaman bir şey isteyecek olsan aynı yola başvuruyorsun da ondan.
ESMA – Beni seviyor musun?
SALİH – Hoppala...
ESMA – Sen benle anlaşmak istemiyorsun değil mi?
SALİH – Hoppala...
ESMA – Anlaşıldı. Sen benimle anlaşmak istemiyorsun.
SALİH – Soru mu şimdi bu?
ESMA – Sana sorumun nasıl olması gerektiğini sormadım. Lafı dolandırmadan beni sevip sevmediğini söyle.
SALİH – Biz evliyiz değil mi?
ESMA – Hoppala...
SALİH – Evli olduğumuza göre bu sorunun cevabı belli değil mi?
ESMA – Sen beni sevmiyorsun yani?
SALİH – Ben öyle bir şey demedim.
ESMA – Evliyiz dedin ama.
SALİH – Tamam evliyiz dedim.
ESMA – Sence evliliğimiz güzel mi gidiyor? Hep kavga ettiğimize göre sen beni sevmiyorsun artık.
SALİH – Ben pes ediyorum artık ya. Oynamıyorum ben.
ESMA – Sen, seni seviyorum da demedin ama. Bunu söylemek bu kadar mı zor sanki?
SALİH – Hayır zor değil. Zaten ben de söylemekten değil de arkasından gelecek cümleden korkuyorum.
ESMA – Ne gibi?
SALİH – Bunu söyleyemem.
ESMA – Niye?
SALİH – Seni sevdiğimi söylediğim zaman sen bu kadarla yetinmeyeceksin büyük ihtimalle.
ESMA – Bence lafı uzatıyorsun. Beni seviyor musun onu söyle.
SALİH – (Korkarak.) Seviyorum.
ESMA – (Gayet ciddi.) İspatla öyleyse!
SALİH – Hoppala... Korktuğum başıma geldi işte.
ESMA – Ne oldu be?
SALİH – Hani ne zaman bana bir şey yaptırmak istediğinde aynı yola başvuruyorsun ya onu diyorum.
ESMA – Bak lafı uzatıyorsun yine. İspatla diyorsam ispatla!
SALİH – (Düşünür.) Şehirdeki bütün kedileri toplayıp denize atayım istersen. Senin uğruna tüm kedilerden vazgeçebilirim.
ESMA – (Sinirli.) O kedilerle birlikte sen de atla denize. Yine saçmalamaya başladın sen.
SALİH – (Alıngan.) Demek yine saçmalıyorum öyle mi?
ESMA – (Alaycı.) E... Ne yaparsın. Bazı insanların kaderi böyle oluyor. Sen şimdi onu bunu boş ver de ispatlamak için ne yapacaksın onu düşün biraz. (Kendi kendine.) Tabi düşünme organın varsa.
SALİH – Ne diyorsun sen?
ESMA – Hiç...
SALİH – İyi bakalım öyle olsun.
ESMA – Düşünüyor musun?
SALİH – Sabret biraz. (Düşünür.) Hah... Buldum.
ESMA – Sonunda.
SALİH – İlk tanıştığımız günü hatırlıyor musun? (Esma'nın yüzü değişir.) Senin üzerinde...
ESMA – Kes kes kes... Ne zaman sıkışsan bu konuyu açıyorsun. Ama bu sefer yemezler canım.
SALİH – Yutmadın değil mi?
ESMA – Sen beni salak mı zannediyorsun?
SALİH – Bilemiyorum artık.
ESMA – Ne demek şimdi bu?
SALİH – Yeri geliyor akıllısın, yeri geliyor salaksın. Yalnız nerede nasıl olacağın hiç belli olmuyor.
ESMA – (Ayağa kalkar.) Sen kendini ne sanıyorsun ya! Ne demek bu? Ağzından çıkanı kulağın duysun önce.
SALİH – Sakin ol hayatım. Bir şey demedim ki. Gel otur önce.
ESMA – Ha... Oturmak dedin de aklıma geldi. Sen beni sevdiğini ispatlamadın daha.
SALİH – Bu senin aklına oturmak dedim diye mi geldi? Ne alaka?
ESMA – Aklıma gelecek bir bahane arıyordum sadece. Lafı dolandırmadan söyle ama.
SALİH – Bak bu olmadı işte.
ESMA – Ne olmadı?
SALİH – Seni kırmaktan korkuyorum bu yüzden lafı oradan oraya sürüklüyorum. Yani sana yanlış şeyler söylemekten korkuyorum.
ESMA – Bunun korkuyla bir alakası yok ki. Hep yaptığın şey bu.
SALİH – Kalbimi kırıyorsun ama.
ESMA – A-a... Senin kalbin var mıydı?
SALİH – Var tabi ki!
ESMA – Peki o kalbi kullanıp niye ispatlamıyorsun beni sevdiğini?
SALİH – (Sessizlikten sonra kalkar, bankın arkasına dolaşır. Esma'nın arkasından boynuna sarılır.) Seni seviyorum. Seni çok seviyorum. Oldu mu şimdi?
ESMA – Ben de seni seviyorum. Ama ispatlamaya yeterli değil bence.
SALİH – Nasıl yani ya?
ESMA – Kuru kuru seni seviyorum demek yeterli değil ki. Kalpten sevdiğini ispatlamalısın bunu.
SALİH – Biz niye evlendik sence?
ESMA – Iıı...
SALİH – Ben söyleyeyim. Biz birbirimizi sevdiğimiz için evlendik. Biz birbirimizi tamamladığımıza inandığımız için evlendik. Yan yana iken mutlu olduğumuz için evlendik. Peki, niye sorguluyorsun bu sevgiyi?
ESMA – Ben sorgulamıyorum.
SALİH – Doğru sen sorgulamıyorsun. (Yerine oturur.) Beni sevdiğini ispatla diyen sen değilsin. (Sessizlik.) Varlığı bile olmayan bir kedi yüzünden beni suçlu ilan eden sensin. Daha da sorgulamıyorum diyecek misin?
ESMA – Ne? Ne dedin sen?
SALİH – Birlikteliğimizi sorgulayan sensin diyorum.
ESMA – Yok onu demiyorum. Ondan öncekini soruyorum.
SALİH – Dokuzu mu?
ESMA – Ne dokuzu?
SALİH – Ondan önceki dokuzu.
ESMA – Ondan önceki, sekizden sonraki dokuzla hiçbir alakası yok bu işin. Bence kedilerin dokuz canlı olmalarıyla bir bağlantısı var bunun.
SALİH – Neler sayıklıyorsun sen?
ESMA – Az önce bizi bu konulara taşıyan kedinin aslında bir hayal ürünü olduğunu söyledin değil mi? Yanlış mı duydum yoksa?
SALİH – Hayır, doğru duydun. Bundan sonra ben de kelimelerime dikkat etmeyeceğim artık.
ESMA – İyi! (Sessizlik.) Niye susuyorsun?
SALİH – Ben susmuyorum. Sadece konuşmuyorum. Anlaşıldı mı hanım efendi?
ESMA – Şimdi de hanımefendi olduk öyle mi?
SALİH – Evet, öyle oldu! Var mı itirazın? Benden sevgi ispatlaması isteyen insan beni tanınmamış demektir. Beni tanımayan insana da hanım efendi diyeceğim elbette.
ESMA – Bak sana bir yol göstereyim ispatlaman için.
SALİH – Hah şöyle çıkar ağzından baklayı. Geldiğimizden beri bir türlü söyleyemedin zaten.
ESMA – Aşkım, ne zaman taşınıyoruz?
SALİH – Bak bir şey isterken dilin ne kadar da güzel kelimeler söylüyor. Ancak taşınma eylemi diye bir şeyi de aklından çıkarsan iyi olur. Hem daha ne kadar oturduk ki bu evde de sen gitmek istiyorsun? Ha... Anladım tabi ya, annemler bizim üstümüzde oturuyorlar. Senin karın ağrın şimdi belli oldu.
ESMA – Ama aşkım ya. Onunla bir alakası yok. Ben çok sıkıldım bu evden. Hem de annemlere daha yakın olalım bitanem. Ortada bir ev olsa ne güzel olur. Her gün annemlere giderken yoruluyorum.
SALİH – Sen saçmaladığının farkında mısın? Zaten annenler sadece dört sokak ötede oturuyorlar. O kadarcık yolda da yorulmaz ki bir insan.
ESMA – Annemlere daha yakın bir yere taşınsak ne var ki bunda?
SALİH – İstersen direkt annenlere taşınalım olsun bitsin.
ESMA – Olabilir!
SALİH – Peki gel bize taşınalım desem?
ESMA – Böyle bir şey asla gerçekleşemez.
SALİH – Gördün mü?
ESMA – Neyi?
SALİH – Senin annemlere taşınmama isteğini, bunun yanında bizim şimdi ki evimizden taşınma gereksizliğini.
ESMA – İşi yokuşa sürme! Alt tarafı taşınacağız ya.
SALİH – Ben asıl başıma geleceklerden korkuyorum.
ESMA – Ne gelebilir ki başına?
SALİH – Burnuma kötü kokular gelmeye başladı.
ESMA – Aşkım... Ben iki tarafın ortasında bir evimiz olsun istiyorum. Eşit uzaklıklarda olsun ailelerimiz.
SALİH – Peki ben annemlere nasıl açıklayacağım bunu?
ESMA – Bu senin sorunun. Ben karışmam.
SALİH – (Çaresizce.) Taşınalım o zaman bana yapacak başka bir şey bırakmıyorsun zaten.
ESMA – Yaşasın...
SALİH – Dur yahu, sevinme hemen. Şaka yaptım ben.
ESMA – Sen, sen, sen var ya... (Ağlamaklı olur.)
SALİH – Tamam, taşınacağız ama bir şartla!
ESMA – Şartın ne olursa olsun kızmayacağım söz.
SALİH – Bir şey söyleyeceğim ama kızmayacaksın.
ESMA – Tamam kızmayacağım. Söyle hadi şartını.
SALİH – Beni yanlış anladın. Şartım kızmaman!
ESMA – Yani şimdi söyleyecek olduğuna kızmazsam mı taşınacağız?
SALİH – Evet.
ESMA – Tamam. Kızmayacağım. Söyle hadi. Sen taşınmayı kabul ettikten sonra ben hiçbir şeye kızmam.
SALİH – Söylüyorum. (Kısa bir bekleme.) Şimdiye kadar söylediklerimin hepsi şakaydı.
ESMA – (Esma kızar. Salih ise kazanmanın verdiği rahatlıkla gülümsemektedir.) Ne... Ne... Ne dedin sen? Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Ne dediğinin farkında mısın?
SALİH – Sen de ne kadar çok ne sözcüğünü kullandığının farkında mısın? Kaybettin işte!
ESMA – (Tuzağa düştüğünü anlar.) Neyi kaybettim?
SALİH – Ben şartımı söyledim, kızmazsan taşınırız dedim. Sen de söylediğim cümleye kızdın. Böylece kaybetmiş oldun. Taşınmıyoruz.
ESMA – Bu ne biçim oyun?
SALİH – Taşınmıyoruz işte.
ESMA – (İnatçı.) Taşınıyoruz.
SALİH – Taşınmıyoruz.
ESMA – Ta-şı-nı-yo-ruz.
SALİH – Ta-şın-mı-yo-ruz.
ESMA – (Bağırarak.) Taşınıyoruz dedim işte o kadar.
SALİH – Tamam, ben de taşınıyoruz diyorum. Niye bağırıyorsun o kadar.
ESMA – Ben hak edene bağırırım. Sen de hak etmiştin!
SALİH – Ama hep senin dediğin oluyor ya.
ESMA – Ne demek hep benim dediğim oluyor?
SALİH – Elbette. Ne zaman tartışsak sonunda senin dediğinde karar kılıyoruz. Haksız mıyım?
ESMA – Ben daha mantıklı kararlar veriyorum da ondan.
SALİH – Boş evi nereden bulacağız peki?
ESMA – Biz şu an senin annenlerin alt katıda oturmuyor muyuz? Benim ailem de dört sokak ötede oturmuyorlar mı? Tamam, işte ikisinin tam ortasında bir ev bulduk annemle.
SALİH – Sayın kayın validem de bu işin içinde ise korkmam yersiz değilmiş. Benim merak ettiğim o bulduğunuz ev nerede tam olarak.
ESMA – Görünce çok beğeneceksin.
SALİH – Nerede ev?
ESMA – A... Aceleci davranma aşkım.
SALİH – Yine yağ yapmaya başladın. Bu işin sonu hayırlı değil.
ESMA – Hayırlı, hayırlı... Merak etme sen. Ancak benim bulduğum evi koşulsuz kabul edeceğine söz ver.
SALİH – Ne zaman taşınıyoruz?
ESMA – Kabul ettin yani.
SALİH – Daha evin yerini bile bilmiyorum ama başka seçeneğim var mı?
ESMA – Başka seçeneğin tabi ki yok ama pişman olmayacaksın. Önümüzdeki hafta içinde taşınırız.
SALİH – Yine dediğin gibi olsun. (Bıkkın.) Hep dediğin gibi olsun.
ESMA – Seni çok seviyorum canım.
SALİH – (Gönülsüzce.) Ben de seni...
ESMA – (Neşeli.) Bak evimiz çok güzel ve çok geniş.
SALİH – Nasıl buldun?
ESMA – Annem buldu.
SALİH – Bu sorunun cevabını tahmin etmeliydim.
ESMA – Bir sorun mu var?
SALİH – (Lafı değiştirir.) Yarın ev sahibiyle konuşayım madem. Bakalım anlaşabilecek miyiz?
ESMA – Görüşmene gerek yok.
SALİH – O niye?
ESMA – Çünkü ben görüştüm. (Çantasından bir anahtar çıkarır.) Anlaştım. (Anahtarı sallar.) Anahtarı bile teslim aldım!
SALİH – (Yenilgiyi kabul eder.) Ev nerede onu saklama bari benden.
ESMA – Sıkı dur söylüyorum.
SALİH – (Kısa bir bekleyiş.) Söyle hadi de ne olacaksa olsun. (Bıkkın.) Ben hazırım.
ESMA – (Çığlık çığlığa.) Annemlerin üst katı...
Burada ışıklar sönecektir. Seyirciler oyunun bittiğini düşünmelidirler. Bir müddet sonra ışıklar yanar. Sahne boştur. Ancak bir dış ses girer araya. Bu bankın sesidir.
BANK – Bu kadar olamaz. Bu kadar olmamalı. Şimdi oyun sırası ben de. Kendimi tanıtayım önce. Bendeniz bu parkın, insanlar tarafından hor kullanılan bankıyım. Her gün onlarca kişi faydalanıyor benden. Hepsinin hikâyesini dinliyorum. İnanın bana hepsi de birbirine benzer hikâyeler. Esma ile Salih'in, Süheyla ile Vedat'ın, Gülşen ile Osman'ınkiler gibi aynı. Ve bu oyunun burada bittiği sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu insanların hikâyeleri bu kadarla sınırlı değil. Hepsi de anlaşmış gibi birbirlerini tekrar edip duruyorlar. Ve sadece burada gördüklerinizle de sınırlı değil. Daha görmediğiniz ve benzer hikâyelerini dinleyemediğimiz o kadar çok insan var ki. Alın işte yine geliyorlar. Ben yine eski halime dönmeye mecburum. Sonra konuşmaya devam ederiz belki.
İçeri Osman ile Gülşen çifti girer. Gülşen önde Osman arkadadır. İkisi de kızgındır. Gülşen bankın önünden geçerek yoluna devam eder. Osman ise oturur.
OSMAN – Ben oturuyorum.
GÜLŞEN – (Hiçbir şey söylemeden gelip Osman'ın yanına oturur.)
OSMAN – (Bir müddet sessizlikten sonra birden.) O geçen kedi miydi?
Önce Osman sonra Gülşen gülmeye başlar. Çünkü oyun bitmiştir. Öne doğru gelip selam verirler. Daha sonra diğer oyuncular da gelir sahneye. Hep birlikte gülerek selam verirler.
-PERDE-
Yazan: Berkan Karasu
27 AĞUSTOS 2005
KUYUCAK